• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

50İsra Suresi 53-60



Hatalı Çevrilen Ayetler


50İsra Suresi 53-60


Hatalı Çeviri:
53. Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.

54. Rabbiniz, sizi en iyi bilendir. Dilerse size merhamet eder; dilerse sizi cezalandırır. Biz, seni onların üstüne bir vekil olarak göndermedik.

55. Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir. Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik.

56. (Resûlüm!) De ki: Allah'ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler.»

57. Onların yalvardıkları bu varlıklar Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınılacak bir azaptır.

58. Ne kadar ülke varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helâk edecek veya en çetin bir şekilde azaplandıracağız. Bu, Kitap'ta (levh-i mahfuz'da) yazılıdır.

59. Bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.

60. Hani sana: Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır, demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'an'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz.


Doğru Çeviri:
53Kullarıma söyle de en güzel olanı söylesinler. Şüphesiz şeytan aralarına kargaşa sokar. Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.

54Sizin Rabbiniz sizi daha iyi bilendir. Dilerse tevbeniz sebebiyle size merhamet eder veyahut dilerse azap eder. Seni de onların üzerine, vekil [bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri] olarak göndermedik.

55Ve Rabbin göklerde ve yerde olan kimseleri en iyi bilendir. Ve andolsun ki Biz, peygamberlerin kimini kiminin üzerine fazlalıklı kıldık. Biz, Dâvûd'a da Zebûr'u verdik.

56De ki: “Allah'ın astlarından, ilâh olduğunu iddia ettiğiniz şeyleri çağırın. Göreceksiniz ki onlar, sizden sıkıntıyı kaldırmaya ve değiştirmeye güç yetiremezler.

57İşte ilâh olduğunu iddia ettiğiniz kimseler, Rablerine vesile arayarak yalvaran kimselerdir. Bunların hangisi daha yakın ve O'nun merhametini umuyor ve O'nun azabından korkuyor? Gerçekten senin Rabbinin azabı korkunçtur.

58Ve hiçbir şehir yoktur ki, kıyâmet gününden önce Biz onu değişime/yıkıma uğratmayalım yahut şiddetli bir azap ile azaplandırmayalım. Bu, Kitap'ta satırlaştırılmıştır.

59Ve Bizi, o alâmetleri/göstergeleri göndermekten; dünyada değişime/ yıkıma uğratmaktan, şiddetli bir azap ile azaplandırmaktan ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semûd'a, açık, gözle görülebilir biçimde sosyal destek kurumları kurmaları görevini vermiştik de onun sebep olmasıyla haksız davranmışlardı. Ve Biz, o alâmetleri/göstergeleri ancak korkutmak için göndeririz.

60Ve hani Biz sana, “Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır” demiştik. Ve sana açıkça gösterdiğimiz o görüntüyü ve Kur’ân'da uzak durulmasını istediğimiz altın, mal-mülk tutkunluğunu da, yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. Ve Biz onları korkutuyoruz, fakat bu, onlara sadece büyük bir azgınlığı arttırıyor.



53Kullarıma söyle de en güzel olanı söylesinler. Şüphesiz şeytan aralarına kargaşa sokar. Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.


Bu ayette Müslümanlara, yumuşak söz söylemek suretiyle iyi, güzel, hoş bir davranış sergilemeleri telkin edilmektedir. Çünkü sert davranışlar ve inat sadece tartışma ortamının gerginleşmesine yol açarak düşmanlık ve kine sebep olmakla kalmaz, aynı zamanda tartışma zemininin genişlemesine, insanların böbürlenmesine ve daha da kötüsü, gerçeklerin gizlenmesine de sebep olur.

Esbab-ı Nüzul kayıtlarında, bu ayetin Ömer b. Hattab’ın müşriklerle sert bir üslûpla tartışması sonucu Müslümanların savaş istemeleri üzerine indiği ileri sürülmüştür. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]

Rabbimiz bir başka ayette daha, iman etmiş kişilere ne yapmaları gerektiğini bildirerek tartışma ölçülerini ortaya koymuştur:

14,15İman etmiş kişilere söyle: "Allah'ın her toplumu, kazandıklarıyla cezalandırması için, Allah'ın ciddi boyutta cezalandıracağı günleri ummayan; âhirete inanmayan kimseleri bağışlasınlar, kendileri cezalandırmaya kalkmasınlar, Allah'a bıraksınlar. Her kim sâlihi işlerse işte kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa işte kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz." [Casiye/14]

Ayette kullardan istenen "en güzeli söyleme" işi ancak Kur’an ile yapılabilir. Zira sözlerin en güzeli Kur’an’dır:

17,18Ve tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelen kimseler, kendileri için müjde olanlardır. Haydi, müjdele, sözü dinleyip de en güzeline uyan kullarımı! İşte onlar, Allah'ın kendilerine doğru yol kılavuzu verdiği kimselerdir. Ve işte onlar, kavrama yeteneği/temiz akıl sahibi olanların ta kendileridir. [Zümer/17,18]

Nitekim Furkan suresinde en büyük cihadın Furkan ile yapılacağı bildirilmiştir:

52Öyleyse kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere itaat etme ve Furkân ile onlara karşı olanca gücünle büyük bir cihat yap, uğraşı ver! [Furkan/52]

Konumuz olan 52. ayetin başındaki "kullarıma" ifadesiyle müminlerin kastedilmiş olduğu söylenebileceği gibi, tüm insanların kastedilmiş olduğu da söylenebilir. Çünkü insanlardan yumuşak davranmalarının istendiği bir ayette, bu güzel hitap, kalpler hakk dine yönelsin diye, dine, tevhide davet edilen herkese yöneltilmiş olabilir. Ancak Kur’an’da geçen "kullar" lâfzı çoğunlukla müminleri işaret etmektedir:

27-30Ey zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişi! Dön Rabbine, sen Rabbinden O da senden hoşnut olarak! Hemen gir kullarımın içine! Ve gir cennetime! [Fecr/29, 30):]

5-22Şüphesiz, "iyi adamlar", kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki ondan, verdikleri sözleri yerine getiren, kötülüğü yayılan bir günden korkan ve "Biz sizi, ancak Allah rızası için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde Rabbimizden korkarız" diyerek Allah sevgisi için/sevmesine rağmen yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah'ın kulları içerler. ... [İnsan/7]

52. ayetin son kısmında şeytanın etkisine dikkat çekilerek yapılan öğüde uyulmaması hâlinde şeytanın devreye gireceği ve ortaya düşmanlık çıkaracağı bildirilmiştir. Şeytanın insanların düşmanı olduğu ve ara bozduğu başka ayetlerde de ihtar edilmiştir:

108Ve onların Allah'ın astlarından yalvardıkları kimselere sövmeyin ki, onlar da bilgisizce, aşırı giderek Allah'a sövmesinler. Biz, her önderli topluma yaptıkları işi işte böyle süsledik. Sonra da onların dönüşü Rablerinedir. Sonra O, onlara ne yaptıklarını haber verir. [En’am/108]

200Eğer sana şeytândan bir vesvese gelirse de hemen Allah'a sığın. Kesinlikle O, en iyi işiten, en iyi bilendir. [A’raf/200]

100Ve anasıyla babasını yüksek bir taht üzerine yükseltti. Ve hepsi boyun eğip teslimiyet göstererek o'nun için yere kapandılar. Ve Yûsuf: "Babacığım! İşte bu durum, o gördüğümün te’vîlidir. Gerçekten Rabbim onu hak kıldı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkarmakla ve sizi çölden getirmekle Rabbim bana hakikaten ihsan buyurdu. Şüphesiz Rabbim dilediği şeye armağan vericidir. Şüphesiz O, en iyi bilen, hüküm koyanın ta kendisidir." [Yusuf/100]

168Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz, hoş, yararlı şeylerden yiyin ve şeytânın adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır. [Bakara/168]



54Sizin Rabbiniz sizi daha iyi bilendir. Dilerse tevbeniz sebebiyle size merhamet eder veyahut dilerse azap eder. Seni de onların üzerine, vekil [bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri] olarak göndermedik.


Bu ayette, içimizle-dışımızla, düşüncemizle-amelimizle, Rabbimizin bizi bizden daha iyi bildiği hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatma Necm suresinde de şöyle yapılmıştır:

31,32Göklerde ne var, yerde ne varsa; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, iyileştiren-güzelleştiren kimseleri; –bazı küçük sürçmeler dışında– günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınan kimseleri de "En güzel" ile ödüllendirmesi için Allah'ındır. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin bağışlaması geniş olandır. Sizi, hem topraktan oluşturduğu zaman, hem de annelerinizin karnında ceninler hâlinde bulunduğunuz zaman, en iyi bilen O'dur. O hâlde nefislerinizi temize çıkarmayın. Allah'ın koruması altına girmiş kimseyi O daha iyi bilir. [Necm/31,32]

Bu ayette ayrıca Allah’ın günahlardan dönüş yapan kimseyi dilerse affedeceği ve dilerse ceza vereceği bildirilerek her türlü yetkinin O’na ait olduğu vurgulanmıştır. Buna göre, hiç kimsenin kendisini veya bir başkasını cennetlik ilân etmesi uygun düşmez. Çünkü kimin cennete kimin cehenneme gideceği bizzat Rabbimizin kararına bağlıdır. Bu konuda bizce yapılabilecek tek değerlendirme, A’raf suresinin 44-46. ayetlerinde bildirilenler doğrultusunda olabilir. Buna göre, yapacağımız değerlendirmeler, herhangi bir amelin karşılığının cennette veya cehennemde insanın karşısına çıkacağı şeklinde genel bir açıklamayla sınırlı kalmalı, o ameli işleyen kimsenin Allah'ın rahmeti veya gazabı ile karşılaşacağı hususunda herhangi bir hüküm içermemelidir.


VEKİL

"Vekil", "var eden, varlığı sürdüren, gelişim ve evrimi programlayan, rızk veren ve koruyan" demektir. Ayetin ilk iki cümlesinde asıl muhataplara seslenildikten sonra, son cümlede hitap peygamberimize yöneltilmiş ve ona "kendisinin onlar üzerinde vekil olmadığı" bildirilmiştir. Bu hüküm, insanların tutumları dolayısıyla peygamberimizin ne o gün, ne bu gün, ne de gelecekte sorumluluğu olmadığının ve olmayacağının çok açık beyanıdır.

55Ve Rabbin göklerde ve yerde olan kimseleri en iyi bilendir. Ve andolsun ki Biz, peygamberlerin kimini kiminin üzerine fazlalıklı kıldık. Biz, Dâvûd'a da Zebûr'u verdik.

Ayetin muhatabı peygamberimiz olmasına rağmen, yapılan bildiri Mekkeli müşriklere yöneliktir. Bu hitap tarzıyla Mekkeli müşrikler, peygamberimizi küçük görmeleri sebebiyle eleştirilmektedir.

Genellikle toplumlar kendi içlerinden seçilmiş, sivrilmiş kimseleri kolayca kabul etmemişler, kıskançlık göstererek çeşitli iftiralarla, asılsız yakıştırmalarla onları yıpratmaya çalışmışlardır. Mekkeli müşrikler de aynı doğrultuda davranmışlar, aralarından seçilmiş bu sıradan insanın değil peygamber, saygıdeğer ve dindar bir kişi bile sayılamayacağını ileri sürmüşlerdir. Çünkü onlara göre zahit ve dindar bir kişi, dünyayla ilgili olan hiç bir iş yapmamalı, inzivaya çekilip Allah'ı zikretmelidir. Peygamberimiz ise yaşaması için gerekli olan şeyleri kazanmak ve çalışmak zorundadır. Bu nedenle o da herkes gibi çalışıp emek harcamaktadır.

Konumuz olan ayette Davud peygamberin anılması, bize göre, peygamberimizin elçiliğine itiraz eden Mekkeli müşriklere bir cevap niteliğindedir. Elçiliğini kabul ettikleri Davud peygamber bu hatırlatmayla onlara örnek gösterilmekte ve sanki şöyle denilmektedir: "Davud bir kral olarak normal bir insana nazaran dünya işleri ile çok daha fazla ilgilenmeye mecbur birisiydi. Buna rağmen Allah ona peygamberlik nimetini ve kitap olarak da Zebur’u vermiştir. Aynı şekilde Muhammed (as) de dünya işleri ile uğraşmakta; karısı ve çocuklarıyla beraber herkes gibi bir hayat sürmekte, çalışıp hayatî ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Dolayısıyla, Muhammed’e göre daha sorumlu bir mevkide bulunan Davud’a peygamberlik verilmesi nasıl normal karşılanıyor ise, Muhammed’e verilen elçilik görevi de normal karşılanmalı, yadırganmamalıdır."

Bir kral ve peygamber olan Davud’un (as) peygamberimizin elçiliği konusunda misal getirilmesi, aynı zamanda peygamberimize de ileride devlet başkanlığı görevinin verileceğinin bir işareti olarak değerlendirilebilir.

Ayetin Mekkeli müşrikleri objektif davranmaya çağıran mesajı, başka ayetlerde çeşitli peygamberlerin isimleri anılarak da verilmiştir:

253İşte elçiler; Biz onların bazısını bazısı üzerine fazlalıklı kıldık. Onlardan bir kısmı Allah'ın tek taraflı olarak söz söylediği/yaraladığı, sıkıntılar çektirdiği ve bazısının derecelerini fazlalıklı kıldığı kimselerdir. Ve Meryem oğlu Îsâ'ya açık kanıtlar verdik ve o'nu Allah'ın vahyi ile güçlendirdik. Ve eğer Allah dileseydi onların ardından gelenler, açık mesajlar kendilerine ulaştıktan sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Velâkin ayrılığa düştüler de onlardan bazısı iman etti, bazısı küfretti; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetti. Ve eğer Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Velâkin, Allah dilediğini yapar. [Bakara/253]

136Deyin ki: "Biz Allah'a, bize indirilene, İbrâhîm'e ve İsmâîl'e ve İshâk'a ve Ya'kûb'a ve torunlarına indirilene, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya verilene ve peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik; onlardan hiç birini diğerinden ayırmayız ve biz ancak O'nun için islâmlaştıranlarız [sağlamlaştıran/esenlik-mutluluk kazandıran birileriyiz]." [Bakara/136]

285,286Elçi, kendi Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de. Hepsi Allah'a, doğal güçlerine/haberci âyetlerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler: "Biz Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmayız." Ve "Biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz! Bağışlamanı dileriz, dönüş ancak Sanadır. Ey Rabbimiz! Eğer terk ettiysek ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır sorumluluk/sıkıntıya sokacak şeyler yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve affet bizi, bağışla bizi, merhamet et bize! Sen bizim yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınımızsın. Ve de kâfirler toplumuna; Senin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden toplumlara karşı yardım et bize" dediler.
Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka; kapasitesi dışında yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır. [Bakara/285]

84De ki: "Biz, Allah'a, bize indirilen Kur’ân'a, İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshâk'a, Ya‘kûb'a ve torunlara indirilene, Mûsâ'ya, Îsâ'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onlardan hiç biri arasında ayırım yapmayız. Ve biz, yalnız O'nun için İslâmlaşanlarız." [Âl-i Imran/84]



56De ki: “Allah'ın astlarından, ilâh olduğunu iddia ettiğiniz şeyleri çağırın. Göreceksiniz ki onlar, sizden sıkıntıyı kaldırmaya ve değiştirmeye güç yetiremezler.

57İşte ilâh olduğunu iddia ettiğiniz kimseler, Rablerine vesile arayarak yalvaran kimselerdir. Bunların hangisi daha yakın ve O'nun merhametini umuyor ve O'nun azabından korkuyor? Gerçekten senin Rabbinin azabı korkunçtur.


Bu ayetler, o günün müşriklerinin inançlarını ortaya koyarak onları tevhit konusunda akıllarını kullanmaya davet etmektedir. Müşriklerin bazı güçler atfederek taptıkları putların [sahte tanrıların] aslında gerçek Tanrı’ya tapan birileri olduklarının ve âcizliklerinin bu ayetlerde vurgulanması, bugünkü putlaştırılmış azizlerin [yatırların] da aslında tanrılık iddiası olmayan ve tam aksine Allah’a yakın olmak için çalışmış saygın kişiler olduklarını, bu kişileri Allah’a yaklaştırıcı putlar hâline getiren yakıştırmaların ise onlardan sonra yaşamış başkaları tarafından yapıldığını göstermektedir.

Ayetin beyanından açıkça anlaşıldığına göre, şirk, bazılarının zannettiği gibi sadece Allah'tan başkasına secde etmekten ibaret değildir. Allah'tan başkasına yalvarıp başkasından yardım dilemek de şirktir. Çünkü yalvarmak ve yardım dilemek bir tür ibadettir; bu ibadeti Allah’tan başkasına yapanlar puta tapanlar kadar müşriktir.

3Dikkatli olun, halis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinenler: "Allah'ın astlarından edindiğimiz yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar, bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz." Şüphesiz kendilerinin ayrılığa/anlaşmazlığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez.
4Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, kesinlikle oluşturacağından, dileyeceğini seçecekti. O, bundan arınıktır. O, bir tek, kahredici Allah'tır. [Zümer/3, 4]

35Ey iman etmiş olan kişiler! Kurtulmanız, zafer kazanmanız için, Allah'ın koruması altına girin, O'na, yaklaştıracak/ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret gösterin. [Maide/35]

218Şüphesiz ki iman eden kimseler, yurtlarından başka yurtlara göçen kimseler ve Allah yolunda gayret gösteren kimseler, Allah'ın rahmetini umarlar. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. [Bakara/218]

22De ki: "Allah'ın astlarından yanlış inandığınız kimselere yakarın. Onlar, göklerde ve yeryüzünde zerre ağırlığına malik olmazlar. Onlar için bu ikisinde [gökler ve yeryüzünde] herhangi bir ortaklık yoktur. O'nun için onlardan bir yardımcı da yoktur." [Sebe’/22]

73Ey insanlar! Bir örnek verilmektedir, şimdi ona kulak verin: Sizin Allah'ın astlarından şu yakardıklarınız bir araya gelseler bile, bir sineği asla oluşturamazlar. Ve sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen ve istenen güçsüzdür. [Hacc/73]

30Ve Yahudiler; "Uzeyr Allah'ın oğludur" dediler. Hristiyanlar da, "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla, daha önce yaşayan kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah, onlarla savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar!
31Onlar, Allah'ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Îsâ'yı kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, ortak koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır. [Tövbe/30, 31]

58Ve hiçbir şehir yoktur ki, kıyâmet gününden önce Biz onu değişime/yıkıma uğratmayalım yahut şiddetli bir azap ile azaplandırmayalım. Bu, Kitap'ta satırlaştırılmıştır.
Bu ayette, her uygarlığın kıyametten önce mutlaka yok edileceği veya şiddetli bir azap ile azaplandırılacağı bildirilmek suretiyle, kâfirlerin kendi memleketlerinin tehlike veya azaptan uzak olduğu yolundaki inançları reddedilmekte, ayrıca bunun Allah’ın değişmez bir uygulaması olduğu vurgulanmaktadır.

* Ve onlara Biz haksızlık etmedik; fakat onlar kendilerine haksızlık ettiler, yanlış; kendi zararlarına iş yaptılar. Onun için Rabbinin emri geldiğinde, Allah'ın astlarından taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı ve onlara ziyandan başka bir şey arttırmadılar. [Hûd/101]

* Kentlerden niceleri var ki Rablerinin ve O'nun elçilerinin emrine başkaldırdı da Biz, onları çetin bir hesaba çektik ve onlara görülmemiş, duyulmamış bir azapla azap ettik. Böylece onlar, işlerinin vebalini tattılar. İşlerinin sonucu da tam bir zarara/kayba uğrayarak acı çekmek olmuştur. [Talâk/8,9]



59Ve Bizi, o alâmetleri/göstergeleri göndermekten; dünyada değişime/ yıkıma uğratmaktan, şiddetli bir azap ile azaplandırmaktan ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semûd'a, açık, gözle görülebilir biçimde sosyal destek kurumları kurmaları görevini vermiştik de onun sebep olmasıyla haksız davranmışlardı. Ve Biz, o alâmetleri/göstergeleri ancak korkutmak için göndeririz.


Bu ayette Rabbimiz, dünyada değişime/yıkıma uğratma, şiddetli bir azap ile azaplandırma gibi ayetleri ancak korkutmak için gönderdiğini bildirerek yollamasının amacını açıklamaktadır. Mekkeli müşriklerin bekledikleri türden ayet göndermemesinin sebebi olarak da Rabbimiz, inançsızların, önceki kavimlerin ayetlerden etkilenmemelerini ve onları yalanlamalarını göstermekte, buna da Semud kavmini örnek vermektedir. Bir başka örnek de Firavun ve toplumudur:

133Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular.
134Ve ne zaman ki, bu azap üzerlerine çöktü: "Ey Mûsâ! Sana olan ahdi/verdiği söz nedeniyle bizim için Rabbine dua et, eğer sen bizden bu cezayı kaldırırsan sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve kesinlikle İsrâîloğulları'nı seninle birlikte göndereceğiz" dediler.
135Ne zaman ki, ulaşacakları belli bir süreye kadar onlardan cezayı kaldırdık, derhal sözlerinden cayıveriyorlar. (A’raf/133-135)

Ve A’raf/163, Hıcr/22, Ankebut/40, Rum/51, Sebe/16, Fussılet/16, Zariyat/41, Kamer/19, 31, 34, Ra’d/13, İsra/68, 69, Mülk/17.

Rabbimizin Mekkeli müşriklerin istedikleri türden bir ayet göndermemiş olması, bir anlamda onların lehine bir durumdur. Çünkü ayetleri gördükleri hâlde inanmayanlar, Allah’ın kanunu gereği, tıpkı eski kavimler gibi yerle bir olacaklardır. Allah Mekkeli kâfirlerin ayetleri gördükleri hâlde inanmayacak olduklarını bilmektedir. İlahî azabın onların üzerine hemen gelmemesi ise Allah’ın bir rahmeti olarak değerlendirilmelidir.

Rabbimiz mucize olarak onlara Kur’an’ın yeteceğini bildirmiştir:

50Ve onlar, "Ona Rabbinden alâmetler/göstergeler indirilmeli değil miydi?" dediler. De ki: "Alâmetler/göstergeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım."
51Kendilerine okunan Kitab'ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. [Ankebut/50, 51]

5Aksine onlar: "Bunlar, karmakarışık düşlerdir; yok yok onu kendisi uydurdu; yok yok o bir şairdir. Hadi öyleyse öncekilerin gönderildiği gibi bize bir alâmet/gösterge getirsin" dediler. [Enbiya/5]

90-93Ve "Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız" dediler. Sen de ki: "Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!" [İsra/90-93]

60Ve hani Biz sana, “Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır” demiştik. Ve sana açıkça gösterdiğimiz o görüntüyü ve Kur’ân'da uzak durulmasını istediğimiz altın, mal-mülk tutkunluğunu da, yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. Ve Biz onları korkutuyoruz, fakat bu, onlara sadece büyük bir azgınlığı arttırıyor.
Bu ayette Allah’ın insanları kuşattığı, peygamberimize açıkça bir görüntü gösterdiği ve Kur’an’da lânet edilen ağacı insanlara bir imtihan yaptığı bildirilmek suretiyle üç önemli husus üzerinde durulmuştur:

BİRİNCİ HUSUS: İHATA

Yüce Rabbimiz insanları çepeçevre kuşattığını bildirmektedir. Bu beyan, Allah’ın kuşatmasından hiç kimsenin kurtulamayacağı anlamına gelmektedir.
20Oysa Allah onları arkalarından kuşatıcıdır. [Büruc/20]

25-28De ki: "O tehdit olunduğunuz şey yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi tanıyacak ben bilmiyorum. Rabbim, bütün görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilendir. Ve de elçilerden seçip hoşnut olduğu kişi hariç, göstermediğine, duyurmadığına, sezdirmediğine, geçmişe, geleceğe hiçbir kimseyi bilgi sahibi yapmaz. Çünkü O, Rablerinin gönderdiklerini gereği gibi tebliğ ettiklerini bilsin diye onun her tarafından gözetleyiciler salar. O, onların yanında olan her şeyi kuşatmıştır, her şeyi de sayısı ile saymıştır." [Cinn/25-28]

İKİNCİ HUSUS: PEYGAMBERİMİZE AÇIKÇA GÖSTERİLEN GÖRÜNTÜ

Bu görüntünün ne olduğu hakkında farklı görüşler ortaya atılmıştır. Klâsik kaynaklarda da yer alan bu görüşlerden iki tanesi şöyledir:

1- Şia'nın görüşü: "Ağaç" ile "Ümeyyeoğulları" kastedilmiştir. "Görüntü" ise peygamberimizin Ümeyyeoğullarını "minberine sıçrayan maymunlar" olarak gördüğü rüyadır.

Bu görüşe göre, bazı gruplar, peygamberimizin rüyasında gördüğü maymunları Ümeyyeoğulları olarak kabul etmektedirler. [İbn Cerir, İbn Kesir ve Kurtubî]

2- Diğer görüş: Bazı rivayetler, Allah’ın peygamberimize rüyasında Kureyş kâfirlerinin yıkılıp yere serilecekleri, ölecekleri yerleri gösterdiğini, bu rüyayı duyan Kureyşlilerin de bunu alay konusu yaparak ondan rüyanın hemen gerçekleştirilmesini istediklerini nakletmektedir. Bu rivayetlere dayanan görüşe göre, ayette açıkça gösterildiği bildirilen görüntü, peygamberimize rüyasında gösterilen Bedir’de öldürülecek müşriklerin görüntüsüdür.

Biz ise bu görüntünün Kur’an’da bahsi geçen şu iki görüntüden biri olduğu kanaatindeyiz:

1- Bu görüntü, bu surenin 1. ayetinde konu edilen gecede, peygamberimizin ilk vahy anında son sidre ağacında gördüğü ve ayrıntıları Necm suresinde anlatılan görüntüdür.

6,7Ve müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi olan ve egemenlik kurmuş olan, en yüksek ufukta idi. 8,9Sonra yaklaştı ve hemen sarktı. İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu. 10Hemen de kuluna, 14son kiraz ağacının yanında 15–ki yanında oturmaya değer konaklama yeri vardır– vahyettiğini vahyetti. 16O zaman kiraz ağacını kaplayan kaplıyordu. 11Gönlü, gördüğünü yalanlamadı. 12Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz?/Onun gördüğü şey hakkında o'nunla mücâdele mi ediyorsunuz?
13Andolsun onu, başka bir inişte daha gördü. 17Göz şaşmadı ve azmadı. 18Andolsun, Rabbinin alâmetlerinin/göstergelerinin en büyüğünü gördü. [Necm/6-18]

Peygamberimiz bu gördüklerini halka anlatmış ama buna aklı yatmayanların etkisiyle toplumda fitne oluşmuştur.

2- Bu görüntü, peygamberimizin kendisinin Mekke’ye girişini gördüğü görüntüdür.

27Andolsun ki Allah, Elçisi'ne o görüntüyü; "Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz" vizyonunu hak ile doğru çıkardı. Öyleyse Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan ast/yakın bir fetih kıldı. [Fetih/27]

Peygamberimiz, görmüş olduğu bu görüntüyü de halka bildirmiş, bazılarının iyi haber olarak yorumlaması, bazılarının da istihza ile karşılaması sonucu bu görüntü de toplumda fitne oluşturmuştur.

Ancak dikkatle hatırda tutulmalıdır ki, burada sözü edilen görüntüler "rüyada görülen" görüntüler değil, "uyanık iken görülen" görüntülerdir. Bunun detayı inşallah Yusuf suresinde açıklanacaktır.

ÜÇÜNCÜ HUSUS: KUR’AN'DA LÂNET EDİLEN AĞAÇ

Esbab-ı Nüzul kayıtlarında "Lânetli Ağaç" hakkında şu nakil yer almaktadır:

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de Zakkum ağacını anlatınca Ebu Cehil şöyle dedi: "Ey Kureyş topluluğu! Muhammed sizi zakkum ağacıyla korkutuyor. Siz bilmiyor musunuz ki, ateş ağacı yakar. Halbuki Muhammed ateşin ağaç bitirdiğini iddia ediyor. Siz zakkumun ne olduğunu biliyor musunuz? O hurma ve kaymak. Ey Cariye bize hurma ve kaymak getir." Cariye onları getirdi. Ebu Cehil: "Muhammed'in sizi korkuttuğu bu zakkumu yiyin!" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi. Kur'an'da lanetlenen ağacı, insanları sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onların azgınlığını artırmaktan başka bir şey yapmaz. [Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]

Klâsik kaynaklar bu konuda da rivayetlere yönelmiştir:

Birinci Görüş: Ekserisi bunun Hak Teâlâ'nın "Şüphesiz o zakkum ağacı günaha düşkün olanın yemeğidir" [Duhan, 43-44] ayetinde bahsettiği zakkum ağacıdır. Bu ağacın zikredilmesindeki imtihan şu iki açıdan olabilir:

1- Ebu Cehil şöyle demişti: "Arkadaşınız [Muhammed], cehennem ateşinin, "Onun yakıtı taşlar ve insanlardır" [Bakara, 24] diyerek, taşları bile yaktığını iddia ediyor, sonra kalkıp o cehennemin içinde bir ağacın yeşerdiğini söylüyor. Halbuki ateş, ağacı yer, yakar, bitirir. Öyle ise o cehennemde nasıl o ağaç yeşerebilir?"

2- İbn'z-Zibe'râ şöyle der: Bizim bildiğimize göre zakkum, hurma veya kaymak demektir. Bir şeyi lokmalamak hakkında da, tezakkamû derler. İşte onlar cehennemde bir ağacın olmasına şaştıkları için, Allah Teâlâ "Hakikaten biz o [zakkum ağacını] zalimler için bir fitne yaptık" [Saffat, 63] ayetini indirmiştir.

Mervan'ın Soyu Hakkında

İkinci Görüş: İbn Abbas şöyle der: "Burada bahsedilen ağaç ile, Ümeyyeoğulları, yani Hakem b. Ebi'l-As’oğullan [soyu] kastedilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber [s.a.s] rüyasında, minberini Mervan'ın oğullarının birbirinden devraldıklarını görmüştü. O, bu rüyasını Hz. Ebu Bekir ile Ömer'e evinde onlarla baş başa iken anlatmıştı. Birbirlerinden ayrıldıklarında, Hz. Peygamber [s.a.s] Hakem b. Ebi'l-As'ın rüyasını aynen anlattığını duydu ve buna çok sinirlendi. Bu sırrını Hz. Ömer [r.a]'in ifşa ettiği ithamında bulundu. Sonra da Hakem'in kendilerini gizlice dinlediği ortaya çıktı. Bunun üzerine Hz. Peygamber [s.a.s], onu sürdü." Vahidî şöyle der: "Bu hadise Medine'de cereyan etmiştir, sûre ise Mekki'dir. Binâenaleyh böyle bir tefsir, ancak bu ayetin Medenî olduğunu söylemekle mümkündür. Ama hiç kimse bu ayetin Medine'de nazil olduğunu söylememiştir." Bu görüşü, Hz. Aişe [r.a]'nin Mervan'a, "Allah, sen babanın [Hakem'in] sulbünde iken, babana lanet etti. Sen de, Allah'ın lanet ettiği kimsenin bir parçasısın" demiş olması da te'kid eder.

Üçüncü Görüş: Kur'ân'da lanet edilen bu ağaç ile Yahudiler kastedilmiştir Çünkü Cenâb-ı Hak, "Benî İsrail'den kâfir olanlar lanetlendi" (Maide/78) buyurmuştur. Buna göre şayet birisi, "Müşrikler, Hz. Peygamber [s.a.s]'den kesin ve kuvvetli mucizeler getirmesini isteyince, Allah Teâlâ da: "Onların getirilmesinde size bir fayda yok. Çünkü eğer onlar gösterilir de siz iman etmezseniz, kökünüzü kazıyacak bir azap indiririm" diye cevap vermiştir. Halbuki bu doğru değildir. Bu sözün, insanlar için bir fitne olan o rüyanın ve ağacın zikredilmesi ile ilgisi nedir?" derse, deriz ki: İfadenin manası şöyledir: Sanki, "onlar bu mucizeleri isteyip, sonra da sen o mucizeleri göstermeyince, bunların gösterilmeyişi, senin nübüvvet iddianda doğru olmadığın hususunda onlar için bir şüphe olmuştur." Fakat bu şüphe, senin işini zayıflatmaz ve durumunun zayıflamasına sebep olmaz. Baksana, rüyadan bahsedilmesi, o kâfirlerin kalplerine büyük bir şüphe düşmesine sebep oldu. Fakat o kuvvetli şüphe bile, senin risaletin hususunda bir zayıflığa ve senin etrafında ehl-i hakkın toplanmasında bir gevşemeye yol açmadı. İşte aynen bunun gibi, mucizelerin gösterilmemesi sebebiyle meydana gelen bu şüphe de, senin durumunda bir gevşemeye ve senin risaletin hususunda bir zayıflığa sebep olmaz. [Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]

Bize göre ise; lânetli ağaç "uzak durulması, dışlanması gereken ağaç" anlamında olup bu ifade ile "altın, mal" kastedilmiştir. Çünkü Sad suresinde söylediğimiz gibi, "lânet" sözcüğü "kovmak, iyilik ve faydadan mahrum bırakmak, ailenin veya sülâlenin bir ferdinin dışlanması" demektir. Âdem’e "Bu ağaca yaklaşmayın" emrinin verildiği A’raf/19’da geçen "şecer [ağaç]" sözcüğü de, ayetin tahlilinde detaylı olarak açıkladığımız gibi, "altın, mal, mülk" anlamına gelmektedir.

Nitekim Rabbimiz de Kur’an’da defalarca bunun insanlar için bir fitne olduğunu ve ondan uzak durulmasını, müptelâsı olunmamasını emretmiştir:

27,28Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle imtihan aracı; sizi dinden çıkaracak birer varlık olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin. [Enfal/27,28]

15Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız, sizi ateşe atabilecek imtihan aracıdır. Allah ise, büyük ödül Kendi katında olandır. [Teğabun/15]

49İşte, insana bir sıkıntı dokunuverince Bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da: "O, bana bir bilgi üzerine verildi" der. Aslında verilen nimetler, bir imtihan aracıdır. Velâkin onların çoğu bilmezler. [Zümer/49]
Sonuç: Konumuz olan 60. ayetteki lânetli ağacın Duhan/43, 44’te sözü edilen Zakkum ağacı ile herhangi bir ilgisi yoktur.*


*İşte Kuran, İsra Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim